2 Ocak 2010 Cumartesi

Türk Tiyatrosunun Türkiye Ve Dünyada Yeri

Türk Tiyatrosunun Türkiye Ve Dünyada Yeri






Sayin Metin And, sizce Türk Tiyatrosu'nun dünyadaki yeri nedir? Yeterince tanınıyor mu? Var mı böyle bir tiyatro?

-Türk tiyatrosundan sözedilince iki ayrı şey düsünmek lazim. Bir bize özgü, bizim yüzyillar boyu gelistirdiöimiz, adina toptan Geleneksel Türk Tiyatrosu dediöimiz bir tiyatro var ki, bu yazarsiz bir tiyatrodur ve daha çok dogaçlamaya dayanir.
Bunun içine Karagöz, meddah, ortaoyunu, kukla ve daha baska seyler, hatta eskiden var olan sanat dansi girer.
Bu yaniyla bakildiöinda Avrupalilar Türk tiyatrosuna büyük ilgi gösteriyorlar. Nitekim sözgelimi karagözcülerimiz ülkemizde is bulamiyorlar -çocuklar da Karagöz'den hoslanmiyor, tabii büyükler hiç hoslanmiyor- buna mukabil onlar Japonya'ya ,Ingiltereye gittiklerinde büyük ilgi görüyorlar.Insanlar dili anlamamalarina raömen büyük ilgi gösteriyorlar Karagöz'e. Ben buna özellikle Japonya'da tanik oldum. Karagözcülerimiz onbir büyük tiyatroda Karagöz temsilleri verdi. Biletler paraliydi ve tiyatrolar tika basa doluydu. Dili anlamadiklari halde Karagöz'e gülebiliyorlardi Japonlar. Çünkü Karagöz'ün yapisi evrensel, edebi metne dayanan tiyatronun ise bu sansi yok. Çünkü dil bir engel oluyor. Müzik gibi deöil. Sinema bir Ölçüde ve aöir olduöu, görüntüsü kuvvetli olduöu için seyredilebiliyor. Fakat hiçbir yabanci, dili bilmiyorsa Türk tiyatrosundan zevk alamaz.
Hatta bu dil isini daha da ileri götürebiliriz. Söyle ki eski çaölara ait bir oyun, ayni dili konusan bugünün seyiricisi için bile bir engel teskil ediyor. Bir örnek vereyim: Ben uzun yillar önce Shekeaspere'den bir oyun seyrettim."Kuru Gürültü". Bunu sahneleyen yönetmen ise Zefirelli. Zefirelli bakmis Sheakespeare'nin o gün kullandiöi sözcükler bu gün de var ama artik baska anlamlarda kullaniliyor ve ayni sözcükleri bugün kullansa Sheakespare artik baska anlamlara gelmis olacak, onun için Sheakespear'i Ingilizceden yine Ingilizceye çevirmeye karar veriyor. Ancak Sheakespeare. büyük bir sair olduöu için bunu da ancak bir sair yapabilir düsüncesinden yola çikip çeviri isini büyük ingiliz sairi Robert Greas yapiyor.
Anlatmak istediöim, edebi metin her zaman tiyatro için bir engel. Tiyatro aslinda görmek, bakmak demek. Halbuki günümüzde özellikle Türkiye'de bakilan, seyredilen bir sey yok. Daha çok dinlenilen bir sey var.Iki aktör karsilikli konusuyorlar. Görsel hiçbirsey yok. Bunu Avrupa için de söyleyebilirim. Oysa bazi tiyatro adamlari edebi metni geri plana itip g"rselliöi ortaya çikariyorlar ki, doörusu da bu. Yani göz kulaktan üstündür. Hatta yalniz göz olabilir. Böyle tiyatrolar da var.
Tiyatro'nun onüç dili var. Birincisi sözlü dil, sonra sözlü dilin üstünde tonlama dili var.
Bunla ilgili bir animi anlatmak isterim. Ben Galatasaray Lisesi'nde okuduöum yillarda, her yil Fransa'dan gruplar gelip okulda temsiller verirlerdi. Bir yilda gelen aktörlerden biri Fransizlarca kutsal sayilan bizde de masalci olarak bilinen ünlü sair Lafonten'den ünlü Karinca ile Aöustos Böceöi Masali'ni okurken öyle tonladi ki, karincanin çaliskanliöi ile alay edip, aöustos böceöinin ise sanatçi tarafini öne çikardi. Metnin kelimesini deöistirmeden sirf tonlamayla rolleri tamamiyle tersine çevirdi. Bu da tonlamanin çok büyük bir silah olduöunu gösterir.
Daha sonra Kinetik adini verdiöimiz aktörün hareketleriyle ilgili dil geliyor. Gözler, yüz ifadesi, basin boynun oynamasi, kollar, bacaklar ve bütün vücudun hareketi basli basina bir dil olusturuyor. Bu dili Avrupa sahnelerinde de, tabii vücudlarini eöitim sirasinda ve sonrasinda gelistirmedikleri için Türkiye sahnelerinde de pek göremiyoruz. Bu dili kullanamiyorlar.
Daha sonra makyaj, saç sakal geliyor ki, bu da ayri bir dil. Bunlar karakteri ortaya çikaran ögelerden. Kostüm. Aktörün elinde tasidiöi aksesuarlar da çok önemli katkilarda bulunuyor. Bir bastonla çok seyi ifade edebilirsiniz. Nitekim doöu tiyatrosuna bakarsak yelpaze kullaniyorlar, onla dansediyorlar ve yelpazeyle pek çok seyi ifade ediyorlar. Mendil de öyle. Hatta mendil bizde bir iletiösim aracidir. Eskiden, Osmanlilar zamaninda da bu böyleydi. Köyde kirsal kesimde bugün bile bu böyledir. Yani bir mendilin rengiyle, tutulusuyla karsisindaki erkeöe veya baska birine bir mesaj gönderebilir. Bu bakimdan bu tür objeler önemlidir. Bu objeler bazen bir çaöi da belirtebilir. Mesela bir ingiliz piyesinde bir enfiye içildiöinde o aristokratça içilmelidir. Sonra kalici bir dil olan dekora da deöinmek lazim. Dekor denilince illa boyalarla, tahtalarla yapilmis bir dekor anlasilmamali, bombos bir sahne de bir dekor olabilir.
Bununla ilgili olarak akt"rün disindaki dilleri söylüyoruz. Mesela isiklar. Isiklarla çok sey yapilabilir günümüzde. Vurgulanmak istenen seyler aydinlanabiliyor, diöer taraflar karanlikta kaliyor.Isiklarin renkeleriyle puslu, sisli hüzünlü atmosferler yaratiliyor.
Ayrica isitsel ögeler var. Sahne efektleri, ses efektleri ve müzik... Sonra bir de insanla insan arasinda, insanla dekor ve esyalar arasinda ve aktörle seyirciler arasindaki mesafeler de bir dil olusturuyor. Sözgelimi surada oturuyoruz. Uzaktan bakan birileri konustuklarimizi hiç duymadan bile. Orada oturanlar ahbap ama iki kisi daha hararetli konusuyorlar diye anlam verebilir. Perde açildiöi zaman sahnede bir aile oturuyorsa, seyirci oyuncular hiçbirsey söylemeseler de onlarin iliskilerini çikarabilir. Bu progsemik dedikleri antropolojinin vardiöi bir sonuç ve gayet kuvvetli bir dil bu. Yani Kinetik ve Progsemik dediöimiz harekete ve mesafeye dayali iki dil daha çikti ortaya.
Bunlardan da anlasiliyor ki tiyatroda çok kuvvetli bir dil var ve bütün bunlarin kurallari da olmasi lazim ama bizde aktör hareket deyince konustuöu seyi vurgulamak için kullanilan birseymis gibi algiliyor, halbuki hareketten kasit bu deöil, Zeki Müren sarki söylerken kalbim dediöi zaman elini kalbinin üstüne koyar, sözleri bir tür oynar, bunun hiç bir kiymeti yok iki defa ayni sey vurgulanmis oluyor. Buradaki kastedilen hareket sözün söylemediöi seyleri ortaya çikaran hareket. O bakimdan çok önemli. Tiyatroda sözden vazgeçebiliriz ama görsellikten vazgeçemeyiz. Sinemada da bu böyle. Burada önemli bir problem genellikle Avrupa tiyatrosu özellikle de Türk tiyatrosu bakimindan su , çok edebi metne baöli kaliniyor. Bunun için de tiyatro bir konusma tiyatrosu olarak gözüküyor.
Temalar da aslinda evrenselliöi olmayan temalar. Örneöin Ibsen'in Hortlaklar diye bir oyunu var. Oyunun sorunu Frengi hastaliöi. Ibsen o zamanlarin bu korkunç hastaliöini bir sosyal sorun olarak koymus. Bu oyunla ilgili yazdiöim elestirimin basliöini "Penisilin öncesi bir oyun" koydum. Yazarlar da evrensel konulari islemiyorlar.Ille de toplumsal bir mesaj, toplumsal bir oyun. Bunlar da Ibsen'in oyununda olduöu gibi geçici oluyor. Yazarlarin islemesi gereken konular çok evrensel olmali tiyatroda.Ilk insandan bu güne kadar olan insanin evriminde daima önemli olan insanin evrenle hesaplasmasidir.



Bu genel bilgilerden sonra Türk Tiyatrosu'na dönelim isterseniz. Sizin uzun yillardir Türkiye'de tiyatro oyunu izlemediöiniz söyleniyor. Bunun sirri nedir?

Evet, yaklasik 12 yildir Türkiye'de tiyatroya gitmiyorum. Sebep simdiye kadar anlattiklarimda yatiyor. Yani yapilagelen tiyatrodan sikiliyorum. Bu yurtdisinda da pek farkli deöil durum öyle. Ama söz konusu bizim tiyatromuz olduöuna göre bizde haydi haydi öyle.
Görmeye deöer birsey olmadiöi sürece, tiyatro metni iyi bir metinse -benim düsünceme göre- ben bu metni alirim, gider evimde okurum ve tiyatroda sahnelendiöinden çok daha iyi hayal ederim metni. Belki hayalimde tiyatrodaki figürleri çok daha iyi hayal edebilir, çok daha iyi giydirebilirim.
Aslinda bizde ve Avrupada'ki en büyük eksiklik su: Her sanat eserinde anlamina kolayca varilamayan bir taraf, bir eörilik vardir. Bu anlam arama esere bir açik biçim kazandiriyor. Örneöin bir Picasso'yu izlerken onu anlamaya, çözmeye çalisiyoruz ama herseyi yerli yerinde bir peyzaj izlerken orada hiç efor sarfetmiyoruz. Tiyatro ve Sinema'nin konusu da insan. Bizim tiyatroda da insanlari tüm ayrintilariyla giydiriyorlar, hiçbir ekonomi yok, duvarlarda tablolar, masalarda biblolar, hersey yerli yerinde. Böylece seyirci pasif duruma düsürülüyor. Hiçbir yorum yapamiyor. Verileni kabul etmek zorunda. Ben bu doöada bir insan deöilim. Ben herseyin biraz karanlikta kalmasindan yanayim. Esyalar filan bu kadar açik seçik olmasin. Onu biz çözelim, yaratalim. Yani seyirci yaratsin. Günümüz sinemasi bunu yapiyor. Bazi filmlerde bunu izlemek mümkün.

Sayin Ant, isterseniz sinemaya hiç girmeyelim bu söylesimizde. Türk tiyatrosuna dönelim yine. Disardan da olsa izlediöiniz kadariyla, gördüöünüz hiçbir olumlu sey yok mu?

Ürünler olsa olsa oyun metinleri olabilir. Yoksa bizim aktörlerin dünya tiyatrosuna getirdikleri hiçbir sey yok. Yetisis tarzlari bir kere kötü. Üstelik bir aktörün disarda nasil oynadiöi pek taninmaz. Bizimkiler disari turnelere giderler filan ama yine onlari oralarda yasayan Türkler, ya da hatir için gelmis bazi yabancilar seyreder. Aslinda baska Islam ülkeleri, mesela Tunus, Fas, Cezayir'de, oradaki yazarlar iki dilli olduklarindan olsa gerek -Misir'da öyle- ürünleri Avrupa'da el üstünde tutuluyor. Bu bizim oyun yazarlari için böyle deöil. Aslinda iyi oyun da araniyor her yerde. Ama önemli olan zaten metin deöil. Ben oyun metnini tiyatronun yaraticisi olarak görmüyorum. Yani edebiyat tiyatronun yaraticisi deöildir. Öyle ki, siirin yaraticisi sairdir; resmin yaraticisi ressamdir. Bu mantikla tiyatronun yaraticisinin da tiyatrocu olmasi lazimdir. Bu eskiden böyle olmus. Mesela Antik Yunan Tiyatrosu'nda Sophokles, Euripides gibi insanlar pek çok seyi birden üstlenmislerdir.

Ben sizi sikistiramayacaöim galiba. Hiç mi olumlu bir sey yok? Yani: "Bak su grup fena deöil mesela" diyebileceöiniz görsel açidan da bir seyler sunan hiç bir tiyatro yok mu?

Yok... Hiçbirsey yok... Yalniz duyduöum kadariyle birtakim gençler kendi aralarinda bu yönde birtakim denemeler yapiyorlar. Benle de gelip fikir alisverisinde bulunuyorlar.
Özel tiyatrolar zaten daha çok geçim derdinde. Tiyatrolarini yasatma çabasindalar, dolayisiyle onlarin her yaptiöina ben saygiyla yaklasiyorum.
Ama Devlet Tiyatrolari'nin hiçbir riskleri yok, herseyleri Türkiye ölçülerinde devletçe karsilaniyor ve ben bunlardan artik ümidimi kesmis durumdayim. Ben bunlarin birakalim dünya tiyatrosuna, Türk seyircilerine bile söyleyecekleri hiçbirsey olduöunu zannetmiyorum.

Disardan bakildiöinda tiyatroculuk iyi para getiren, toplumda sayginliöi olan bir meslek görünümünde. Ne diyorsunuz?

Tiyatro seyircisine baöli bir olay. Simdi eskiden çok ilgi vardi tiyatroya Türkiye'de. Zamanla tiyatrocular bu seyirciyi bozdular. Seyirci de bir bakima tiyatroculara sirt çevirmis durumda.
Salonlar bos deöil. Bunu söylemek istemiyorum ama kalite önemli. Çünkü seyirci ve tiyatro birbirlerinin tamamlayicilari. Yani seyirci iyi olursa tiyatro iyi, kaliteli oluyor. Tiyatro kaliteli olursa, seyirci kalitelenir. Bu kopukluk göze çarpmaya basladi. Halbuki böyle birsey yoktu. Bu fark giderek daha da büyüyor.
Benim tek arzum, yazar olmasin demiyorum, ama tiyatrocular da olsun. Sinemaya girmeyelim diyorsunuz ama ben yine de deöinmek istiyorum. Sinema, tiyatroya göre daha yeni bir sanat. Ama boynuz kulaöi geçer derler. Sinema da tiyatroyu geçti. Çünkü sinemada bir yaratici var. O da yönetmen. Orda da senaryo dediöimiz bir metin var ama film tamamiyle rejisörün kontrolü altinda. Hatta öyle rejisörler var ki, metni de kendileri yaziyorlar.

Ama artik tiyatroya ihanet etmeye basladiniz...

-Hayir bunlari tiyatroyu çok sevdiöim için söylüyorum. Tiyatro da bu yolu tutarsa eski gücünü kazanir diyorum. .


Yani tiyatro reji aöirlikli mi olmali?
-Hayir ama tiyatrocu aöirlikli olmali. Yani burada iki unsur var. Birincisi seyirci, ikincisi oyuncu. Oyuncu derken, onun içine rejisör de giriyor. Ya oyun yazari tiyatrocu olmali, ya da oyun yazari bir tiyatrocu kadar tiyatroyu bilmeli. Bizde pek öyle birileri yok. Yahut da söz ve fikirlerini dikte ederek oyuncularla yazmalilar. O zaman iyi netice alinabilir.
Artik müzelik olan eski klasiklerin oynanmasina gelince burada da dikkat edilmesi gereken seyler var. Bunlari yepyeni birsekilde, tozlarini silkeleyerek ele almali. Sahneye konulacak bir metin artik dokunulmazliöi olan kutsal bir kitap deöildir. Üzerinde çalismalar gerekir. Tiyatrocu onu istediöi gibi evirip, çevirip, deöistirip o sekilde sahneye koymali. O zaman bu tiyatro bir canlilik kazanabilir.
Bir de günümüzde üzerinde çok konusulan, arastirilan bir konu var: Tiyatroda "Interkültürel" unsurlar. Simdi tiyatroda uzun zaman Bati tiyatrosundan yararlanildi. Uzak doöuya kadar gidiyor bu yararlanma isi. Simdi ama bu çark artik tersine dönmeye basladi. Simdi Bati, doöu tiyatrosundan yararlanmaya baslamis durumda. Mesela Amerikalilar, Avrupalilar Japon tiyatrosunu, Hint tiyatrosunu çok iyi taniyorlar, oralara öðrenci gönderiyorlar aktörlük eöitimi için. Yani aktörün ön plana çikmasi. Aktörün tüm vücudunu, bakislarini kontrol edebilmesi önemli. Doöu bu konuda önemli.
Benim gezdiöim Japonya, Çin oyuncu okullarinda bunlar ööretiliyordu. Amerikali bir gencin çin tiyatrosunu öðrenmesine tanik oldum. Yani günümüzde artik bütün bu kültürler birbirlerine yaklasiyorlar. Nitekim benim birkaç yil önce ingilizce olarak yayimladiöim kitabim bu konuyu ele almakta. Adini Türkçe'ye "Kavsaktaki Tiyatro" olarak çevirebiliriz. O kitapta eksen Türk kültürü olmak üzere, tiyatroyu bu interkültürel açidan ele aldim. Hititler, Sümerler gibi eski uygarliklardan günümüze bir köprü olduöu gibi, deöisik coörafyalar arasindaki kültürel farkliliklarin üzerinde kurulmus gösteri sanatlari. Aralarinda ortak biçim özellikleri var.
Bugün Türkiye'nin geçmisindeki tiyatro da çok önemlidir. Mesela Italyan Dario Fo oyunlarinda yüzde doksanbes oraninda Italya Commedia De'l Arte Halk Tiyatro sanatindan yararlanir. Bu oran bizde yüzde bir bile deöildir. Böyle miraslardan yararlanmasini bilmiyor, onlari küçümsüyoruz. Oysa o zamanlar kullanilmis öyle yöntemler var ki, oradan hareketle yepyeni modern bir tiyatro kurulabilir.
Bizimkiler batinin dümen suyuna gittikleri için bir bakiyorsunuz, Bertolt Brecht modasi çikiyor. Bu bir furya oluyor. Üstelik Bertolt Brecht'i de iyi Almanca bilmeyen birileri -onun iyi bir sair olduöunu unutarak- tutup çeviriyor. Çevirenlerin çoöuda Fransizcadan filan çalakalem çeviriyor. Bertolt Brecht'in sadece sosyalist biri olduöu öne çikarilip, onun çok iyi bir tiyatro adami, çok iyi bir sair olusu ikinci plana atiliyor. Bu bakimdan bizde daha çok taklitçilik hakim. Taklitçilikle de hiç bir yere varilamaz... Ne içerde, ne disarda yerimizi alabiliriz.
Bilmiyorum, tiyatroya niye gitmediöimi anlatabildim mi? SIKILIYORUM...
O koltukta bir ömür geçirdim ben. Artik uykum geliyor o koltukta, çünkü sahnede bana heyecan verecek hiçbirsey göremiyorum.

Metin And


Prof. Metin And Çesitli gazetelerde onbesyil tiyatro elestirmenligi yaptiktan sonra. Ankara'da Üniversite'de hocaliöa basladi. Ben aslinda hukuk okudum gençligimde. Londra'ya bu konuda doktora yapmaya gittim. Konumda: Uluslarasi Ticaret Anlasmalari gibi birseydi. Gözümü ilk defa orada açtim. Her gece tiyatro, bale, operalara gider buldum kendimi. Tezimin ortalarina geldigim bir sirada, bir gece geç vakit kendi kendime "Ben bunlari niye yapiyorum?" dedim. ve attim tezi. Üniversiteye haber bile vermedim. Kendimi bu konuda yetistirmeye basladim. Geçen yil kirkbesinci kitabimi yayinladim ki, bu kitaplarimin çoöunu doörudan Ingilizce kaleme aldim. Ayrica çesitli dillerde de makale olarak binin çok üzerinde yazim yayinlandi. Geçen yil 17 Haziran'da da emekli oldum. Bu ayni zamanda benim doöum günümdü. Böylece benim iki doöum günüm olmus oldu. Su sirada sekiz kitap üzerinde çalisiyorum ve hepsi tamamlanmak üzere. Artik üniversitede ders vermek istemiyorum. Yeni kurulan Türkiye Bilimler Akademisi TÜBA'ya üye seçildim." Söyleşi: Hayati Boyacıoğlu - Fotoğraf: Mehmet Dedeoğlu

Hiç yorum yok: